24 Aralık 2013 Salı

DenizBank 3. Kısa Film Fest Yarışması, FastPay'i En İyi Anlatacak Yönetmenleri Bekliyor

DenizBank tarafından 3. kez düzenlenecek olan Deniz Film Fest ile mobil cüzdan fastPay’i en iyi anlatan viral seçilecek. “fastPay’i en iyi sen anlat, büyük ödülü sen kazan!“ konulu yarışmada dereceye girenleri 5.000 ile 15.000 TL arası ödüller bekliyor.

Yenilikçi ürün ve hizmetleriyle farklılaşan DenizBank, sektörde fark yaratan uygulaması fastPay’i en iyi anlatacak yönetmenleri bekliyor. DenizBank tarafından 3. kez düzenlenecek olan Deniz Film Fest ile DenizBank’ın mobil cüzdanı fastPay’i en iyi anlatan kısa film seçilecek. “fastPay’i en iyi sen anlat, büyük ödülü sen kazan!“ konulu yarışmada filmler maksimum 2 dakika sürecek. Yarışmacılar çektikleri filmlerde isterlerse viral, isterlerse gerçekten hayattan örnekler, isterlerse de sokak röportajları şeklinde bir film yapabilecek ve çekim için her türlü cihazı kullanabilecekler.

Başvuru yöntemi

11 Aralık 2013 Çarşamba

Bu da Geçer Ya Hu...



Uzun zamandır yazamıyorum ... 
Yoğunum ...
Yorgunum ...
Bazen pişman, bazen umutsuz, bazen bıkkınım ...
Ama yine de direniyorum ...
Biter mi ki dersiniz ?
Ben de bilmiyorum ...
Ama inanmak istiyorum ...
Ve diyorum ki:

BU DA GEÇER YA HU ...



İranlı mutasavvıf, şair Feriduddin Attar'ın 1187'de kaleme aldığı 4724 beyitten oluşan Mantık Al-Tayr adlı eserinde anlattığı "Bu da Geçer Ya Hu"nun hikâyesi*:

Abdal'ın biri çıktığı gezide bir köye uğrar. köy halkına nerede kalabileceğini sorar. Köylüler ona köyün Şakir ve Haddad adında iki zengini olduğunu söylerler ve Şakir'in evini tarif ederler. Şakir abdalı evinde ağırlar, yedirir, içirir. Abdal gezisine devam etmek için evden ayrılırken Şakir'e "bu kadar zengin olduğun için şükret" der. Şakir ona "bu da geçer ya hu" der.

Abdal aklında bu cevapla yollara düşer. Birkaç yıl sonra aynı köye uğradığında Şakir'i ziyaret etmek ister. Fakat bir sel felaketinde şakir'in tüm varlığı yok olmuştur. Şakir artık haddad'ın yanında hizmetçi olarak çalışmaktadır. Şakir abdalı yoksul evinde ağırlar bu sefer. Abdal ne kadar üzgün olduğunu anlatınca, şakir ona "bu da geçer ya hu" der yine.

Abdal yine yollara düşer. aradan yıllar geçtikten sonra yine aynı köye şakir'in yanına gider. Haddad ölmüş, kimsesi olmadığı için tüm varlığını Şakir'e bırakmıştır. Abdal sevinçlidir, Şakir'in ise cevabı hazırdır: "bu da geçer ya hu". Abdal yollara düşer... Yıllar sonra dostu Şakir'i yine ziyaret etmek istediğinde Şakir'in öldüğünü öğrenir. Mezarına gider. Mezar taşında "bu da geçer ya hu" yazmaktadır. 
Abdala yollar görünür... Gezer gezer gezer... "Ölümün nesi geçer ki" diye düşünmektedir bir yandan da. Bu sefer köye uğradığında Şakir'in mezarını yerinde bulamaz. Yaşanan sel felaketi sonrası mezar da dahil olmak üzere her şey yok olmuştur.

O dönemde ülkenin padişahı kendisine bir yüzük yapılmasını ister. Üzüldüğünde de sevindiğinde de bunun geçici olduğunu, duyguların esiri olmamak gerektiğini hatırlatacak bir yüzük istemektedir.''Mutlu olduğum zamanlarda taşkınlık yapmayayım. Mutsuz olduğum zamanlarda kendimi yıpratmayayım” der. Vezirler haber salar dört bir yana, ama padişahın istediğini bulamamaktadırlar.
  
En sonunda haberi alan abdal padişahın kuyumcusuna bu hikâyeyi yazar. Kuyumcu yüzüğü yapar ve padişaha sunar. Padişah yüzüğü çok beğenmiştir, üzerinde "Bu da geçer ya hu" yazmaktadır...



28 Kasım 2013 Perşembe

HAYAT


ÖYLE BİR HAYAT YAŞIYORUM Kİ




Gidene kal demeyeceksin. ..
Gidene kal demek zavallılara,

Kalana git demek terbiyesizlere,

Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yaraşır.
Hiç kimseye hak ettiğinden fazla değer verme, yoksa...
değersiz hep sen olursun...
Düşün Kim üzebilir seni, senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu, sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır, sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşam sevgisini...
Ya çare sizsiniz ya da çaresizsiniz...



Öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm, cehennemi de.

Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.

Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum

Oynadım. Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazan evimde, hem kızdım hem güldüm halime
Sonra dedim ki söz ver kendine;
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan, düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki zaman, Hep acele etmem bundan.
Anladım.



Frederich Nietzsche

16 Kasım 2013 Cumartesi

İçindeyim

Geçtiğimiz günlerde Sihirli Oklava blogunun yazarı sevgili Derya'nın düzenlediği Gıda Güvenliği seminerine katılmıştım ... Seminerin sonunda bizlere verilen birbirinde değerli armağanlardan biri de Yitik Ülke yayınevinin bizler için hazırladığı kitaplardı...


Bu kitaplar arasında benim payıma da Barış Çağrı GENÇ'in İÇİNDEYİM isimli romanı düştü ...

Aslına bakarsanız şu aralar o kadar yoğun ve sıkıntılı zamanlar geçiriyorum, öyle ki kitap okumaya dahi vaktim yok...
Yok tu !

Bir akşam şöyle her şeyden uzaklaşmak, kafamı toplamak isteyip yatağıma gittiğimde, başucumda okunmayı bekleyen kitapların arasından göz kırptı bu roman bana... Çekti beni kendine...

İlk sayfasından itibaren bağlandım ve birkaç gün içinde tamamladım...

Başlangıçta biraz ürkütücü, biraz karmaşık ama neticede bir an bile elimden bırakmak istemeyecek kadar beni kendine bağlayan bir kitap ... Akıcı anlatımı ile sayfaların nasıl tükendiğini anlamadan bitiyor.

Konusu da bir o kadar ilginç ... Özellikle fantastik edebiyat severlerin ilgisini çekebilecek bir kitap. İçindeyim, sizleri bir ruhun başka bedenlerindeki yolculuğuyla sürükleyecek.... Kahramanımız Selim Mert DURU'nun, ruhu başka insanların bedenlerinde gezinirken yaşadığı ruh durumunu doktor Türkan ile paylaşmasına tanıklık edeceksiniz.

Roman boyunca okuyucu da Selim ile birçok insanın bedeninde geziyor, birçok hayata misafir oluyor .. Kah bir felçli hastanın kah onsekizinde bir delikanlı bedeninde buluyor kendisini, hatta öyle ki bir an kendi bedenini izliyor..

12 Kasım 2013 Salı

Sevmekle sevilmek ayrı şeyler !

Bugün sevmekten, sevilmekten konuşalım biraz diyecektim ... 
O anda Ümit Yaşar Oğuzcan geldi tabi ki akıllara  ...
Yorumsuz paylaşıyorum !

İşte.... 8. Mektup ...






Bana çılgın diyorsun, seni sevdiğim için... Yanılıyorsun, sevmek çılgınlık değil. Sevmek insan tarafımızı bulmamızdır bence... Biraz da yaklaşmamızdır Tanrı'ya zaman zaman...

Dünyada sevmeyenlere, sevemeyenlere acımalı. O, ot gelip, ot gidenlere acımalı. Sevebilen insan kendini keşfetmiş insandır. Talihli insandır. Çektiği bütün acılara rağmen; mutlu, kıvançlı insandır o...

Aşktır yücelten bizi ve derinliğimiz aşktandır. Gerisi boş, yalan... Aşksa, sevmektir. Durmadan, nefes alırcasına sevmektir. Sevmekle sevilmek ayrı şeyler... 


Sevilmeyi çoğaltmak, ona bir başka şekil vermek, daha da yoğunlaştırmak onu elimizde değil. Oysa ki sevgimizi dilediğimiz gibi yoğurabilir, dilediğimiz şekli verebiliriz ona... Derinlikse derinlik, yükseklikse yükseklik, genişlikse genişlik. 

Sevmekte gücümüz var, irademiz var, aklımız var. Biz varız sevmekte... Sevmek yaratmaktır bir bakıma. Sevilmekse yaratılmak... Demek ki, biz seninle birbirimizi yaratıyoruz durmadan... 

Sen beni yarattıkça güzelsin işte ve ben seni yarattıkça güçlüyüm, daha bir insanım...

Beni sevmeseydin yine bir şey değişmeyecekti benim için. Sen biraz eksik kalacaktın biraz sen kaybedecektin. O kadar... Şimdi insanların en güzeliyiz, en iyisiyiz elbette. Seviyoruz seviliyoruz. 


Sevgimi anlamadığın ve ona saygı göstermediğin anda ölebilirim. Karşılık vermediğin anda değil...

Birbirimizi yeniden yaratmaya devam edelim...



Ümit Yaşar Oğuzcan

9 Kasım 2013 Cumartesi

CEVİZLİ TAHİNLİ KURABİYE

Şu teknoloji ne kadar da gelişti değil mi ?

Anneler kilometrelerce uzaktaki çocuklarını artık neredeyse her gün akıllı telefonlar, tabletler ya da webcam'lerle görerek hasret giderebiliyor...

Ah, bir de çocuklarının kokusunu iletebilse şu internet !!! Ne süper olurdu değil mi ?

Keşke benim de şu anda evde pişen kurabiyelerin kokusunu internet üzerinden sizlere aktarabilmem mümkün olsaydı :))

Helva tadındaki bu kurabiyeler bir dost sohbetine eşlik etmek, tatlı yemek tatlı konuşmak için hazırlandı...
Şimdi bu nefis kurabiyelerin tarifini sizlerle paylaşıyorum ...




CEVİZLİ TAHİNLİ KURABİYE

Malzemeler:
  • 1 su bardağı tahin
  • 1 su bardağı dövülmüş ceviz
  • 1 su bardağı pudra şekeri
  • 1 su bardağından 1 parmak eksik sıvı yağ
  • 1 adet kabartma tozu
  • Aldığı kadar un (Ben 4 su bardağı un kullandım)













Yapılışı:

  • Tahin, sıvı yağ, pudra şekeri ve ceviz derin bir kapta karıştırılır.
  • İçerisine yavaş yavaş un ve kabartma tozu eklenerek yoğrulmaya devam edilir. 
  • Hamur kulak memesi yumuşaklığına gelince ceviz büyüklüğünde parçalar kopartılarak yuvarlak olarak şekillendirilir. 
  • Yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine dizilir.
  • Önceden 180 derecede ısıtılmış fırında üzerileri çatlayana kadar pişirilir. Bu süre benim fırınımda yaklaşık 25 dakika sürdü.   
Afiyet olsun...

31 Ekim 2013 Perşembe

7 On Heaven

Ankaralılar bilir 7'yi, hatta 7 deyince ne demek istediğimi de :)
Her daim kalabalık, her daim canlı ve dinamik, 7. cadde yaşayan bir caddedir Ankara'da.
Şehir dışından gelen öğrencilerin ilk öğrendiği, Ankara'ya gelenlerin görmeden gitmediği, alışveriş, yemek ve sımsıcak cafelerin bir arada bulunduğu caddelerden biridir desek abartmış olmayız herhalde.


İşte 7 On Heaven bu sımsıcak cafelerden biri 7. Cadde'de....
Geçtiğimiz Pazar günü 7 On Heaven'da brunch'a davetliydik...


Bu buluşma, önceden takipçisi olduğum, hatta internetten sık sık tatlı sohbetler yaptığım blogger arkadaşımla ve yepyeni arkadaşlarla tanışma fırsatı sağladı bana ... Hem arkadaşlarımla tanışma heyecanı, hem koyu koyu sohbetler, çaylar kahveler, lezzetli yiyecekler derken zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığım bir sabah oldu.  


7 On Heaven, hem konumu, hem dekorasyonu hem de zengin menüsü ile sevdiklerinizle keyiflice vakit geçireceğiniz bir mekan ... 


Dilerseniz arkadaşlarınızla mekanın hoş müzikleri eşliğinde sohbet edebilir, dilerseniz birbirinden farklı oyun seçenekleriyle keyifli vakitler geçirebilir, dilerseniz gazete ya da kitabınızı okuyabilirsiniz...


Dünya mutfaklarından lezzetleri bulabileceğiniz mekanda, Pazar sabahları 10.00-14.00 arasında brunch yapabilirsiniz. Mekanın zengin brunch menüsünde, kahvaltılıklardan hamur işlerine, salatalardan zeytinyağlılara kadar her türlü lezzeti bulabilirsiniz.


Üstelik hanımlar için gün düzenleme ve kurumsal organizasyonlar gibi birçok organizasyona ev sahipliği yapılabiliniyor mekanda. Bizim bulunduğumuz gün de çok kalabalık bir grup için hazırlanmışlardı.


Ve işte bu leziz yemeklerin güler yüzlü ustası Nihal Hanım... 


7On Heaven sadece Cafe-Bistro olarak hizmet vermiyor. 1. Katları bir düğün ve balo salonu olarak düzenlenmiş. 


Çok şık bir iç mekan tasarımı var... Bu mekanda yemek düzeninde 350, kokteyl düzeninde ise 750 kişiye hizmet verebiliyorlar... 


Bu güzel davet ve ev sahipliği için 7 On Heaven Cafe'ye, organizasyonu düzenleyen sevgili Gülten Hanım ve Ebru'ya ayrı ayrı teşekkürler...

29 Ekim 2013 Salı

Kekik Soslu Zeytinli Simit

Biraz zahmetlidir mayalı hamurlarla uğraşmak...
Mayalamak için gereken su ya da sütün sıcaklığını, kullanılacak maya ve şeker miktarını, hamurun mayalanması gereken ortam sıcaklığını ve süreyi ayarlamak ...
O nedenle kaçınılır genellikle mayalı hamurlarla çalışmaktan.

Ben de bir simit tutkunu olmama rağmen evde simit yapma riskini göze alamamıştım bugüne kadar. Neyse ki Yuva Maya hanımları düşünmüş ve pratik bir simit karışımı hazırlamış bizler için.

Bugün tatil olmasını fırsat bilerek evime adadım kendimi ... Yorgun bir günün ardından Ankaralı Blogger'lar buluşmasında Yuva Maya'nın hediyelerinden biri olan simit karışımını 5 çayında denedim bugün ... Kolay olduğu kadar lezzetli simitler hazırladım. Bu simitleri yaz tatili boyunca geze geze topladığım doğal lezzetlerle birleştirdim. Ayvalık'ın zeytin ve zeytin yağı, Assos'un kekiği ve Şanlıurfa'nın kırmızı pul biberi...

Tüm bu lezzetler bir araya geldiğinde varın sonucu siz düşünün :)




Kekik Soslu Zeytinli Simit


Malzemeler:

Hamur İçin
  • 1 paket Yuva Simit Karışımı 
  • 1 su bardağı ılık su
  • 1 çorba kaşığı un
  • 2 yumurta sarısı
(Kuru maya ve pekmezli susam paketin içerisinde bulunuyor)

İç Malzemeler

Dilediğiniz miktarda,
  • Zeytin
  • Zeytinyağ
  • Kekik
  • Pul biber
  • Veya arzu ettiğiniz diğer baharatlar


Yapılışı:

Paketin içerisindeki simit karışımı, 1 su bardağı ılık su ve maya karıştırılarak pürüzsüz bir hamur olana kadar yoğurulur. 

Başlangıçta hamur ellerinize yapışabilir, yoğurdukça toparlanır ve ele yapışmayacak hale gelir. Eğer hamur kıvamı uygun olmazsa bu aşamada bir çorba kaşığı kadar un ekleyebilirsiniz.

Hamur uygun kıvama geldiğinde üstü nemli bir bezle örtülerek mayalanmaya bırakılır. Bu aşamada hamuru mümkün olduğunca ılık bir ortamda tutmanız gerekir. Ben bunun için hamuru içi sıcak su dolu bir kap üzerinde dinlendiriyorum.

Bu arada zeytinler, zeytinyağı, kekik ve pul biber ile karıştırılır.

Hamur mayalandıktan sonra, bir parça hamur alınarak elde açılır ve içerisine soslu zeytinler eklenerek kapatılır.

İki yumurtanın sarısı ayrı bir kapta çırpılır.

Şekillendirilen simitler önce yumurta sarısı sonra da paket içerisinde bulunan pekmezli susam karışımına batırılarak fırın tepsisine dizilir. 

Hazırlanan simitler bir süre daha dinlendirilir. Bu sürede şekillendirilen simitlerin mayalanma süreci devam eder.

Simitler yeterince kabarınca önceden 200 derecede ısıtılmış fırında 15 dakika pişirilir.


Ve işte sonuç....
Afiyet olsun...



27 Ekim 2013 Pazar

Çörek Otlu Kurabiye

Çörek otu ile yıldızım hiç barışmamıştır benim.
Öyle ki sıcacık poğaçalardan, mis gibi ramazan pidelerinin üzerinden bile üşenmeden tek tek ayıklarım.
Çörek otunun faydalarını, kırk derdin devası oluşunu sık sık tekrar ederek sevdirmeye çalışanlar bile başarılı olamamıştır bu konuda.



Ta ki bu kurabiye ile tanışana kadar.
Bir bayram ziyaretinde tatlılardan içimin bayıldığı bir anda karşılaştım bu kurabiye ile.
Tadına çekinerek baktım ancak sonunda tabağımda tek bir kırıntı bile bırakmadım.
Ve ilk fırsatta tarifi uyguladım...

İşte sonuç....




Çörek Otlu Kurabiye

Malzemeler:


  • 250 gram margarin ya da tereyağ
  • 1 çay bardağı sıvı yağ
  • 2.5 yemek kaşığı sirke
  • 1 yumurta
  • 3 yemek kaşığı çörek otu
  • 4 tatlı kaşığı şeker
  • 1.5 tatlı kaşığı tuz
  • 1 paket kabartma tozu
  • 5 su bardağı un



Yapılışı:


  • Öncelikle yumurta sarısını kurabiyelerin üzerine sürmek üzere bir kenara ayrılır.
  • Yumurta akı, katı yağ, sıvı yağ, sirke, çörek otu, tuz ve şeker karıştırılır.
  • Son olarak un ve kabartma tozunu eklenerek karıştırmaya devam edilir.
  • Şekillendirmek için bir parça hamur ele alınarak rulo haline getirilir.
  • Rulo hamur düz bir zemin üzerinde verev bir şekilde kesilir ve baklava dilimi şeklinde kurabiyeler elde edilir. 
  • Kurabiyeler yağlı kağıt serili bir tepsiye dizilir ve üzerine yumurta sarısı sürülerek fırınlanır. 
  • İstenirse üzerine bir çatal yardımı ile şekil verilebilir.
  • Kurabiyeler önceden 180 derecede ısıtılmış fırında 25 dakika kadar pişirilir.
Afiyetle kalın...

Not: Bu kurabiyeye mahlep de katarak farklı bir lezzet yaratabilirsiniz.

22 Ekim 2013 Salı

Kereviz Sapı Çorbası

Mide kuvvetlendirici, iştah açıcı, böbrekleri çalıştırarak böbreklerdeki kum ve taşı ayrıca karaciğeri temizleyici, tansiyon düşürücü, sinirlenmeyi, stresi ve yorgunluğu önleyici, düş kırıklığı çekenlerin en yakın arkadaşı, unutkanların kurtarıcısı...* Evet, kış mevsiminin pek de tercih edilmeyen sebzesi Kereviz'den bahsediyorum. Her ne kadar pek sevilmese de kerevizin faydalarını gözardı etmek mümkün değil.

Mevsim değişikliği ile birlikte tezgahlarda yerini almaya başlayan kereviz ile yollarımız kesişti geçtiğimiz günlerde. Yemek olarak tüketmeyi pek sevmesem de bu kıymetli sebzenin faydalarından salatasını yaparak yararlanmaya çalışıyorum. Çok yakında tarifini bu blogda bulabileceksiniz.

Tabi bu sağlıklı sebzeden en ufak zerresine kadar istifade etmek gerekiyor. Bu kadar kıymetli bir sebzenin sapı ve yapraklarının boşa gitmesine gönlüm razı gelmedi. Hemen geçtim tezgahımın başına bildiğim terbiye tarifi ile kereviz suyundan faydalanarak hoş kokulu aromatik bir çorba hazırladım. İşte tarifi...




3 Ekim 2013 Perşembe

Şehriyeli Domates Çorbası

Sonbahar iyiden iyiye hissettirmeye başladı kendini ...
İnsan bu serin günlerde şöyle içini ısıtacak sıcacık lezzetler arıyor.

Şehriyeli domates çorbası, benim annemden öğrendiğim altın değerinde çorbalardan biri.
En zor zamanlarımda imdadıma yetişiyor.
Hem yapımı çok kolay, hem de çok lezzetti ...


1 Ekim 2013 Salı

Var mı Bu Günü Sahiplenmek İsteyen ?



1 Ekim dünya yaşlılar günüymüş ...
Var mı bugünü sahiplenmek isteyen  :)

Eh, neticede göreceli bir kavram yaşlılık ... Bir çocuğa göre çok yaşlı, bir nineye göre çok genç olabilirsiniz ... Velhasıl insan hissettiği yaştadır ...

24 Eylül 2013 Salı

Alkışlarla Yaşasın

İnsanlar bu dünyaya bıraktıkları ile anılırlar...
Kimi siyasetçi, kimi asker, kimi bilim adamı, kimi sanatçı !!!
Muhteşem eserleri ile bu dünyadan izi silinmeyecek kişilerden biri de hiç şüphesiz Zeki Müren bana sorarsanız ...

Şöyle bir etrafınıza bakın ! Yediden yetmişe var mıdır onun adını duymayan, o güçlü sesi ile söylediği eserleri mırıldanmayan ...

23 Eylül 2013 Pazartesi

Biz Ankaralı Bloggerlar Buluştuk ...


Is kadını, eş, ev kadını, öğrenci vs. vs. derkennnn son günlerde beni tanımlayan bir ünvan daha geldi kondu adımın önüne.... Blogger!!!

Evet...
Bugün bir blogger olarak ilk kez bir etkinliğe katıldım ...
Ankara Bloggerları ve Instagram Kullanıcıları Buluşması !
Gisitasarım'ın sevgili yazarı Gizem ve Yemekçi'nin Mekanı'nın yazarı sevgili Nazlı'nın düzenledikleri bu organizasyonda her şey en ince ayrıntısıyla düşünülmüş, hiçbir detay gözden kaçmamıştı. Herşeyden önce böyle güzel bir etkinlikle bizleri bir araya getiren sevgili Gizem ve Nazlı'ya emekleri için teşekkürler...

21 Eylül 2013 Cumartesi

Güneşin En Son Battığı Nokta ... Gökçeada...


Türkiye'de güneşin battığı en son nokta ...
Desem...
Türkiye'nin en büyük adası...
Desem ...

Evet işte doğru tahmin :)))
Gökçeada ... İmroz...



Bugün, yaklaşan upuzun tatil öncesinde planlarınıza dahil edebileceğiniz bir yerden, Gökçeada'dan bahsedeceğim. Her ne kadar tatilin üzerinden bir ay kadar geçmiş olsa da elim gitmedi, yazamadım bir türlü ... O kadar çok yer gezdim gördüm ki, hangisinden başlayacağım, nereleri anlatacağım inanın bilemedim :)

20 Eylül 2013 Cuma

Bütün Mesele Hazır Olmakta ...




Bazen çok ısrarcı oluyoruz hayatta, istediğimiz şey hemen olsun, bizim olsun istiyoruz.
Ama unutuyoruz ki her şeyin bir zamanı var ...
Hiçbir şey olmuyor zamanından önce ...

18 Eylül 2013 Çarşamba

Açılsın Perdeler...

Nihayet Ekim ayı geldi !
Her ne kadar Ekim ayının gelişi bana kışı ve erken kararan havaları hatırlatsa da beraberinde getirdikleri bu olumsuz duygularımı bir ölçüde hafifletiyor.
Bunlardan biri de hiç kuşkusuz tiyatro izlemek...

Bu sezon 1 Ekim tarihinde 21 şehirde 'Perde!' denilecek tiyatro sahnelerinde.
Ankara'da kış günlerinde yapılacak en güzel aktivitelerden biridir bence tiyatro izlemek.
Tabii bilet bulabilmeniz halinde.

Oyunların biletleri 13 gün öncesinde satışa çıkar ve çoğunlukla da kısa süre içerisinde tükenir.
Özellikle bazı oyunlara o kadar yoğun talep var ki  çıktığı ilk günlerde, hatta ilk saatlerde seçtiğiniz oyuna bilet bulamayabilirsiniz.
Biletlerin çıktığı gün tükenmesi sanatseverler için mutluluk verici, oyuncular için gurur verici, gitmek istediği oyuna bilet bulamayan tiyatro izleyicisi için de moral bozucu bir durum :)
Biletleri kaçırmak istemiyorsanız satışa çıktığı gün saat 10.00'da gişeden, 10.10'da ise internet üzerinden satın alabilirsiniz.

Bugün prömiyer oyunların biletleri satışta !
Birbirinden güzel oyunları ilk kez izlemenin keyfini yaşamak istiyorsanız hiç vakit kaybetmeyin derim !



Hürriyet Kültür-Sanat'ta okuduğuma göre bu yıl Mart ayında ilk kez tiyatro oyunu yazma yarışması düzenlenerek dereceye giren eserlerin bir sonraki sezonda sergileneceği müjdesi verilmiş. Umarım bu konuya ilgisi ve yeteneği olan kişilerin gözünden kaçmaz bu haber.

Ayrıca Ocak ayının üçüncü haftası Ankara'da Shakespeare oyunları haftası düzenlenecek. Meraklılarına duyurulur...

http://www.devtiyatro.gov.tr/ adresinden şehrinizdeki oyunları takip edebilir, biletlerinizi tükenmeden alabilirsiniz.

İyi seyirler ...

16 Eylül 2013 Pazartesi

Damla Sakızlı Un Kurabiyesi

Geçtiğimiz günlerde eşimle birlikte keyifli bir Kuzey Ege yolculuğuna çıkmıştık. Seyahatimizin ilk durağı Gökçeada'yı anlatmaya çalıştım... Diğer durakların detaylarını en kısa zamanda paylaşacağım...Bu gezinin ilk gününden son gününe kadar bizlere eşlik eden bir lezzet vardı: Damla Sakızı....

12 Eylül 2013 Perşembe

Canan Tan'dan Yaşanmış Bir Hikaye: Hasret

Bundan tam beş yıl evveldi Canan Tan'ın ilk kitabını okuyuşum : Piraye.
Piraye'den aldığım keyiften sonra, son kitabı Hasret'i görür görmez alıp okudum.

10 Eylül 2013 Salı

1990-∞

Bazı şarkılar vardır ömürleri birkaç ay bilemedin bir yıldır.
Bazı şarkılar ise sonsuza dek yaşarlar ...
Dilden dile nesilden nesile aktarılırlar...
Ölüm tarihleri yoktur ...Öyle bazı şarkılar gibi mevsimlik değiller anlayacağınız...
Ömürleri sonsuzdur...


İşte 90'lı yıllardan benim aklımda kalanlar :)


Nazan Öncel- Gitme Kal Bu Şehirde (1991)
Leman Sam-Kıyamam Sana (1992)
Sertap Erener-Aldırma (1992)
Demet Sağıroğlu- Arnavut Kaldırımı (1994)
Ercan Saatçi- Sayenizde (1995)
Ege- Sevildiğini Bil Yeter (1997)
Canda Erçetin-Yalan (1997)
Şahsenem- Gözyaşlarım Anlatır (1997)
Zuhal Olcay- Ayrılık da Sevdaya Dahil /Ankara'da Aşık Olmak(1998)
Yonca Lodi- Sana Bir Şey Olmasın (1999)  

Gelin bugün geçmişe bir yolculuk yapalım bugün :))
Herkese iyi yolculuklar ....

23 Ağustos 2013 Cuma

Tatil Molası


Ve nihayet tatil zamanı geç de olsa geldi ...
Tüm kış boyunca hayalini kurduğum günlere kavuşuyorum...
Kısa bir süre için tatilde olacağım.
Şimdi hazırlıklar için bana müsaade :)
Döndüğümde keşfettiğim yerleri sizlerle paylaşmayı umuyorum...
Fırsat bulduğum zamanlarda da birkaç kelamda bulunmayı ihmal etmem..
Kendinize iyi bakın...
Sevgiler...




22 Ağustos 2013 Perşembe

İyi Ki Doğdun Ümit Yaşar ...

Ben kendisini beni yaşayan şair olarak tanımlıyorum...
O kadar güzel anlatmış ki aşkı, sevmeyi, özlemi ...
Benim kendi cümlelerimle ifade edemediğim duygularımı o şiirlerine yüklemiş ...
Duygularımın tercümanı olmuş ...


Bugün, en sevdiğim şair Ümit Yaşar OĞUZCAN'ın doğum günü (22 Ağustos 1926) ...
O'nu bir şiiri ile anmak istedim ...

Sevdiğim o kadar çok şiiri var ki ...
Hangisini seçeceğimi bilemedim !
Ve en sonunda kendisini Aşka Dair Nesirler isimli kitabında yer alan 5. Mektup ile anmaya karar verdim ...



İyi ki doğmuşsun Ümit Yaşar OĞUZCAN ...


5.Mektup

Ayrılık diye bir şey yok. Bu bizim yalanımız. Sevmek var aslında, özlemek var,
beklemek var. Şimdi nerdesin? Ne yapıyorsun? Güneş çoktan doğdu. Uyanmış
olmalısın. Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? Öyleyse ayrılmadık.
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz. 

Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. Önce beklemekten. Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan. İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın. Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini.. Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, kanunlara saygı göstermesini, insanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun. 

Ya o? Ya o? İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor, saadet bekliyor yaşamaktan. Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık. Aradıklarının çoğunu bulamamış, beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak göçüp gidiyor bu dünyadan. 

İşte yaşamak maceramız bu. Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak ve yaşayıp beklerken ölmek! 

Özleme bir diyeceğim yok. O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası.
O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı. O tek güzel yönü bekleyişlerimizin. İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı, yaşantımız özlemlerle güzel. 

Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. Bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem. Bir ışığı var. bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz.
Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; seni özlediğim içindir. Beklemenin korkunç
zehiri öldürmüyorsa beni;  seni özlediğim içindir. Yaşıyorsam; içimde umut varsa,
yine seni özlediğim içindir.

Seni bunca özlemesem; bunca sevmezdim ki!

Ümit Yaşar OĞUZCAN

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Bugün Shakespeare'ın Olsun ...

 İyi ol fakat çok iyi olma.
 Birazcık huysuz ol fakat çok değil.

İçinden geliyorsa dua et. 
Eğer sana rahatlık veriyorsa arada bir küfür de et. 

Etrafındakilere mümkün olduğunca dostça davran, müşfik ol. 
Eğer bir gün kötü davranmanı gerektirecek bir durum karşısında kalırsan;
bağır, çağır, kır, dök ve unut! 

Her zaman ve her yerde eline geçen bütün saadeti yakala, 
en ufak bir parçanın bile kaçmasına izin verme. 

Yaşa,
 her şeyden önce yaşa 
ve sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş olduğun için, laf olsun diye günlerini geçirme. 

Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan; 
bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev! 

Hayatını o şekilde yaşa ki; 
her an kendi elini sıkabilesin 
ve her gün faydalı olan, hiç olmazsa bir şey yap ki; 
gecelerin yaklaşırken örtüleri üzerine çekip kendi kendine 
"ben elimden geleni yaptım" diyebilesin.

 Düşüncelerin neyse hayatın da odur. 
Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir. 




William SHAKESPEARE

20 Ağustos 2013 Salı

Fotoğrafçılığa İlk Adım ...

Kadın, erkek, genç yaşlı, evde, gezide ... Fotoğraf çekilmeyi, en mutlu anlarını ölümsüzleştirmeyi sevmeyen yoktur herhalde ! Rahmetli babaannem bile fotoğraf çekilmeye bayılırdı, anılarda güzel yüzünün daha iyi görünmesi için gözlüklerini çıkarmayı dahi ihmal etmezdi :)

Benim için de fotoğraf çekilmek, güzel manzaralar eşliğinde poz vermek, gezdiğim farklı mekanlara ait hatıraları fotoğraf karelerinde saklamak bir tutku ... Gerçi ben fotoğraf çekmeyi de pek seviyorum ancak bu konuda pek başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim maalesef.
Hal böyle olunca bloguma koyabileceğim güzellikte fotoğraf bulmakta çok zorlanıyorum :)) Aslında eşim tarıfından bana hediye edilen süper bir makinem de var ama iyi fotoğraf makinesi maalesef iyi fotoğraf çekebilmek için yeterli olmuyor ... Bu bir sanat... Ve sanatsal yeteneğin olmadığı yerlerde biraz çabalamak gerekiyor...

İşte ben de güzel fotoğraflar çekebilmek en azından makinemin hakkını verebilmek için fotoğraf işine yeni bir başlangıç yapmaya karar verdim... Açıkçası bunun için bir kursa gidecek vaktim yok. Bu nedenle sağlam bir temel atabileceğim, bu işi iyi öğrenebileceğim kitaplar aradım. Hatta kitapçıda benimle aynı rafları karıştıran bir profesyonele danışmayı ihmal etmedim :))

Kendisi, benim de internette sıkça rastladığım bestseller ve birçok ödül kazanmış bir kitabı önerdi bana : Scott Kelby'nin Dijital Fotoğrafçının El Kitabı isimli kitabı. Bu kitap bir seri aslında, toplam dört ciltten oluşuyor. Kendisi de bu serinin ilk iki cildini okumuş. Ancak ben kitabın sayfalarını incelediğimde teknik anlamda tatmin edici bulmadım. Sadece anı kurtarmak için verilmiş pratik öneriler veriyor. Fotoğraf çekmeyi pratik yoldan öğrenmek isteyenler için ideal bir kitap. Oysa ben bu işin tekniğini öğrenmek istiyordum !



Ve tam pes etmek üzereydim ki aradığım kitabı buldum. Prof.Dr. Özer KANBUROĞLU'nun Fotoğrafın Temel Prensipleri isimli kitabı... Bu kitap fotoğraf konusunda profesyonel olmayan kişilerin anlayabileceği sadelikte hazırlanmış dolu dolu bir kitap. Bir fotoğraf makinesi seçiminden tutun da ufuk çizgisinin yerini belirlenmesine kadar değinilmiş ... Üstelik bu kitap örneklerini sadece bir fotoğraf makinesinin özelliklerine göre anlatmamış. Anlattığı bilgileri tüm makinelere göre yorumlamış ... Geniş bir kitleye hitap ediyor... Özellikle benim gibi fotoğrafa yeni başlayanların sağlam bir temel oluşturabilmek için edinmesi gereken bir kitap.



Prof.Dr. Özer KANBUROĞLU'nun fotoğrafçılık ile ilgili birçok kitabı bulunuyor. Merak edenler için Prof. Dr. Özer KANBUROĞLU ve kitapları ...


Kitabı okumaya yeni başladım... Öğrendiklerimi ve uyguladıklarımı en kısa zamanda bu blogdan paylaşacağım ... Fotoğraf konusunda ne kadar ileri gidebileceğim bakalım! Bu blogdaki fotoğraflar gösterecek :)))

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Julie & Julia :Bon Appetit ...


Bu bloga yazmaya başladığım andaki duygularımı Hoşçakal Karınca...Merhaba Ağustos Böceği... isimli yazımda paylaşmıştım... Bu maceraya, günlük hayatın stresinden uzaklaşmak, bazen içimi dökmek, bazen dertleşmek, bazen de öğrendiklerimi paylaşmak için giriştim :)))

Julie & Julia isimli filmi izleyince anladım ki yalnız değilim ;))



Açıkçası bu filmi önceden duymamıştım ... Ta ki bir arkadaşıma blog yazmaya başladığımı anlatana dek... Bu film önerisi için kendisine ayrıca teşekkürlerimi sunarım ... Yaşadıklarımı önceden yaşayan birilerinin olması hatta bunun bir filme konu olması fikri ilginç geldi ;))

Julie & Julia bloggerları özellikle de ilgi alanı yemek olanları yakından ilgilendiren bir film. Aslında kitaba konu olan Julie Powell tarafından yazılan aynı isimde bir kitabın da olduğunu öğrendim. Ancak yaptığım araştırmalarla filmin kitaptan daha detaylı ve başarılı olduğu izlenimi kazandım ve açıkçası izlemek için de sabırsızlandığımdan dolayı filmi izlemeyi tercih edip kuruldum televizyonun başına ;)))

Julie & Julia konusunu gerçek yaşamdaki iki kadının hayat öykülerinden alıyor: Julia Child (Meryl Streep) ve Julie Powell (Amy Adams)... Julie ve Julia farklı zamanlara ait iki kadın... Her ne kadar bu iki bayanın yemek yapma tutkusunu konu alıyor gibi görünse de aslında bu film, bu iki kadının hedeflerine ulaşmalarında gösterdikleri kararlılıkları, verdikleri mücadeleleri işliyor.

Julia Child, diplomat eşi ile birlikte gittiği Paris'te bir çok etkinlikte bulunur ancak kendisini yemek yapmaktan daha çok mutlu hissettiği bir uğraş bulamaz. Julia günümüzde de önemli bir aşçılık okulu olan Cordon Blue'da zorlu bir eğitime başlar. Sonrasında ise kendisini bir yemek kitabı macerasının içinde bulur... Mastering the Art of French Cooking ... İyi ki de bulmuştur ...

Çünkü onun yazdıkları, yaşamı en az bir kişinin hayatını değiştirmiştir ki bu kişi Julie Powell'dır !




Julie Powell ise işinde mutsuz, o güne dek amaçlarına ulaşamamış, başladığı hiçbir işin sonucunu görememiş bir kadındır. Ve nihayet severek yapabileceği bir amaç belirler kendisine: Çocukluğundan beri hayranlıkla izlediği Julia Child'ın Mastering the Art of French Cooking isimli kitabında yayınlanmış 524 yemek tarifini 365 gün içerisinde tamamlamak. Ve 364 gün boyunca yaşadıklarını bir web günlüğünde kaleme alır :)))



Julie ve Julia nın ortak noktaları sadece yemek tutkuları değil, hedefledikleri yolda verdikleri bitmez tükenmez mücadeledir ... Aynı zaman da her ikisini de bu mücadelelerinde yalnız bırakmayan fedakar birer eşe sahip olmaları :)) Bence bu da başarılarında şüphesiz önemli bir rol oynuyor :)))

Her ne kadar yemek tutkuları, kararlılıkları birbirine benzese de bence iki karakter birbirinden oldukça farklı ... Benim bu filmdeki favorim Julia Child :))

Julia Child, 2004 yılında tam 92 yaşında vefat etmiş. Bence bu uzun ömrünü, bitmek tükenmek bilmeyen heyecanına, pozitif yaşam tarzına, azmine ve kararlılığına borçlu olsa gerek...

Bu arada Julia Child karakterini canlandıran Meryl Streep'in oyunculuğunu tebrik etmeden geçmek haksızlık olacaktır. Kahkahalar, mimikler ... Ayrıca oynadığı karaktere benzerliği de cabası :)) Aşağıda görmüş olduğumuz güzel bayan ise Julia Child'ın ta kendisi !!!



Ve Julia Child'ın ölümünden sonra ABD Ulusal Tarih Müzesi'ne bağışlanan mutfağından bir kare ...




Julie Powell ise bu bir yıllık mücadelesi sonunda yaşadıklarını Julie ve Julia isimli kitabında yayınlamış ...  Julie Powell'ın Julie and Julia projesini merak edenler için işte Julie/Julia Project Blog :)))



Yemek yapma konusunda ne Julia Child ne de Julie Powell kadar iddialı olabileceğimi sanmıyorum;)) Ama bu iki inatçı bayanı örnek alacağım ... Aklıma koyduğum yapacağım, blogumu elimden geldiğince yaşatacağım :))) Bu filmi, blog yazmayı, yemek yapmayı ya da her ikisini de sevenlere öneriyorum :)))

Herkese Bon Appetit !!!

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Biraz da Ruhumuzu Besleyelim...

Öğrencilik yıllarımdan beri vazgeçilmezimdir müzik. Tüm duygularımızın yansımasıdır, tüm zıtlıkları barındırır içerisinde ... Yalnızlık, kalabalık, heyecan, hüzün, mutluluk, acı, keyif, öfke ve sakinlik ...

Bugün sizlerle yakın zamanda tanışmış olduğum ve keyifle dinlediğim bir radyo kanalını paylaşmak istiyorum... Aslında kanal 2009 yılında yayın hayatına başlamış... Ben tanışamamışım maalesef :(


Sloganları Dünya'nın müziğine yolculuk olan bu radyoda Ambient, New Age, Avant Classical, Pop Classic, Gregorian Pop, Down Tempo, World Music, Ethnic Jazz ve Soundtrack gibi müzik türlerinde yayın yapılıyor.

Ben özellikle kendimi dinlemek ya da bir konuda odaklanmak istediğimde bu radyoda yayınlanan müzikler bana ilham verir. Ayrıca kendinizle başbaşa kalmak, kendinizi dinlemek istediğinizde bu radyo iyi bir yoldaş olacaktır size. Stresten ve yorgunluktan uzaklaşmak, huzurlu bir uykuya dalmak içinse bu radyodan daha iyi bir ilaç olacağını sanmıyorum ...

Ben sadece müziklere değil, internet sitelerinde arka plan olarak kullanılan görüntülere de hayranıyım... Sadece dünyanın müziğine değil aynı zamanda dünyaya da kısa yolculuklar yapıyorsunuz ... Fotoğraf meraklılarına duyurulur !

Radyo Voyage İstanbul'da 107.4 frekansında  yayın yapıyor aynı zamanda uydu, internet gibi yollarla da dinlemeniz mümkün...Daha da fazlası var :)) Akıllı telefonlara yönelik hazırlanmış uygulamaları da bulunuyor bu radyonun...

Her ne kadar kendi sloganları "Dünyanın müziğine yolculuk" olsa da bu radyo için benim sloganım "Kendimize yolculuk.".

Siz de kendinize doğru yapacağınız yolculuklarda bu radyoyu yanınızdan eksik edemeyeceksiniz !!!






13 Ağustos 2013 Salı

Kütahya Gezi Notları-I

3 günlük bir bayram tatilini geride bıraktık geçtiğimiz günlerde...  Memleketleri farklı eşler için biraz zor geçer bayramlar ... Hele aileler çok uzak şehirlerdeyseler bir taraf için buruk geçer :)) Bu  bayramı ailesinden uzakta geçiren ben oldum ... Bayramı eşimin ailesinin yanında Kütahya'da geçirdik.

Ben çok tanımazdım Kütahya'yı evlenmeden önce, hatta gidip görme fırsatım da olmamıştı. Şimdilerde ise kısa kısa gezilerle şehri tanımaya çalışıyoruz ...

Öncelikle kent merkezine yolu düşenler için, Kütahya'nın olmazsa olmazı şehrin meydanında yer alan Çini Vazo'dur. Şehre her gelenin burada bir fotoğrafı olurmuş :)) Ben de çekmeden edemedim...



Yine her şehrin olmazsa olmazı, şehir kalesi ...
Şehri kuşbakışı olarak izlemek isteyenler için Kütahya Kalesi doğru adrestir ...


Hisar tepesinde bir de Döner Gazino bulunuyor. Yaklaşık 45 dakika içerisinde yani siz yemeğinizi tamamlayana kadar kendi etrafında bir tur tamamlıyor. Baştan sona şehir manzarasının keyfini çıkarmak için ziyaret edebileceğiniz bir mekan...

Kütahya caddelerinde çokça şu soruya rastlarsınız. Ben de size sorayım. "Evliya Çelebi'nin Kütahyalı olduğunu biliyor musunuz?"

Evet ... Seyehatname isimli eserin sahibi Evliya Çelebi Kütahyalı'dır. Hatta Kütahya'da Evliya Çelebi Müzesi'ni ve Evliya Çelebi'nin dedesi Kara Ahmet Bey'in kabrini de gezmeniz de mümkün...


Bunlar şehir merkezine yolu düşenlerin uğrayabilecekleri adresler... Yukarıda saydığım yerlerin birbirine çok uzak mesafede olmadığını söylemekte de fayda var. Kısa bir süre içerisinde hepsini gezebilirsiniz. Kütahya'da görebileceğiniz daha birçok yer var ... Ulu Cami, Çinili Cami, Kurşunlu Cami, Çini Müzesi, Macar Evi, Germiyan Sokağı ... Şehir merkezi dışında ise Dumlupınar Şehitliği, Hayme Ana, Frig Vadisi ziyaret edebileceğiniz yerler...  Hatta Eylül ayı yaklaşmışken hatırlatalım, Eylül ayının ilk pazarı Domaniç ilçesinde Hayme Ana'yı Anma etkinlikleri yapılırmış. Hayme Ana kim derseniz, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu Osman Gazi'nin babaannesi, Ertuğrul Gazi'nin annesidir.

Bu saydığım yerlerin bir kısmını ziyaret edemedim henüz, bir kısmına ait ise buraya koyabileceğim güzellikte fotoğraflar bulamadım... Eh o zamanlar blog fikri yoktu aklımda  :) Tekrar gezdiğimde sizin için bol bol fotoğraf çekeceğim :)

Merkezden ayrılmadan önce mutlaka çini sanatının güzellikleri arasında boğulmanızı öneriyorum...

Kütahya'nın ilçeleri de şehir merkezi kadar gelişmiştir, birer küçük Kütahya'dır her biri ... İlçeler özellikle termal turizm açısından gelişmiştir, birçok faydalı kaplıcaya sahiptir. Simav Eynal, Gediz, Emet, Tavşanlı, Yoncalı, Ilıca Harlek gibi merkezlerde şifalı kaynak suları ile termal turizme ev sahipliği yapmaktadır...

Balıkesir, Bursa, Afyon, Uşak, Eskişehir, Bilecik, Manisa şehrin komşuları... Neden tatil rotanızı yeniden gözden geçirip bu güzel şehrin güzellikleriyle ve şifalı suları ile tanışmayı denemiyorsunuz :)))

Sakın bu şehrin güzellikleri burada bitti sanmayın...
Yeni yazılarım yolda :)))

Sakın Kütahyalılar eksik anlatmış diye kızmasınlar !!!
Ben henüz görüp öğrenebildiklerimi yazdım :)))
Desteklerinizle zenginleşecektir bu yazılar...

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Kardeşimin Hikayesi


Yine kesintisiz okuyacağınız bir Zülfü Livaneli klasiği...
Ahmet ile Mehmet'in hikayesi!





Her ne kadar ilk bakışta arka kapağındaki "Aşk bir uçurumun kıyısında gözü bağlı yürümektir..." cümlesi ile bir aşk romanı izlenimi yaratsa da aslında zekice kurgulanmış çok boyutlu bir roman ... Aşk, cinayet ve biraz da psikoloji...

Okumaya başlandığında bir cinayetin, sayfalar ilerledikçe ise bambaşka bir öykünün ve beklenmedik bir sonun içerisinde buluyorsunuz kendinizi ...

Kardeşimin Hikayesi'nde yazarın önceki kitaplarından farklı bir anlatım ve daha yalın bir kurgu ile karşılaşıyorsunuz... Tüm düğümler kitabın son bölümünde çözülüyor ... Ve gerçekten beklenmedik bir son ile karşılaşıyorsunuz !

Ben 2 günde bitirebildim. Ancak 1 günde okuyabileceğiniz sadelikte, akıcı anlatımı ve sürpriz sonu ile okuyucusunu etkileyen bir kitap... Yazın son günlerini değerlendirmek için iyi bir seçim olacaktır...

Kitabın içersinden, onu özetleyen ve akıllardan silinmeyen bir cümle ile sonlandırıyorum yazımı!
"Duygular olmasaydı hayat ne kadar kolay olurdu ..."






LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...