23 Ağustos 2013 Cuma

Tatil Molası


Ve nihayet tatil zamanı geç de olsa geldi ...
Tüm kış boyunca hayalini kurduğum günlere kavuşuyorum...
Kısa bir süre için tatilde olacağım.
Şimdi hazırlıklar için bana müsaade :)
Döndüğümde keşfettiğim yerleri sizlerle paylaşmayı umuyorum...
Fırsat bulduğum zamanlarda da birkaç kelamda bulunmayı ihmal etmem..
Kendinize iyi bakın...
Sevgiler...




22 Ağustos 2013 Perşembe

İyi Ki Doğdun Ümit Yaşar ...

Ben kendisini beni yaşayan şair olarak tanımlıyorum...
O kadar güzel anlatmış ki aşkı, sevmeyi, özlemi ...
Benim kendi cümlelerimle ifade edemediğim duygularımı o şiirlerine yüklemiş ...
Duygularımın tercümanı olmuş ...


Bugün, en sevdiğim şair Ümit Yaşar OĞUZCAN'ın doğum günü (22 Ağustos 1926) ...
O'nu bir şiiri ile anmak istedim ...

Sevdiğim o kadar çok şiiri var ki ...
Hangisini seçeceğimi bilemedim !
Ve en sonunda kendisini Aşka Dair Nesirler isimli kitabında yer alan 5. Mektup ile anmaya karar verdim ...



İyi ki doğmuşsun Ümit Yaşar OĞUZCAN ...


5.Mektup

Ayrılık diye bir şey yok. Bu bizim yalanımız. Sevmek var aslında, özlemek var,
beklemek var. Şimdi nerdesin? Ne yapıyorsun? Güneş çoktan doğdu. Uyanmış
olmalısın. Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? Öyleyse ayrılmadık.
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz. 

Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. Önce beklemekten. Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan. İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın. Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini.. Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, kanunlara saygı göstermesini, insanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun. 

Ya o? Ya o? İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor, saadet bekliyor yaşamaktan. Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık. Aradıklarının çoğunu bulamamış, beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak göçüp gidiyor bu dünyadan. 

İşte yaşamak maceramız bu. Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak ve yaşayıp beklerken ölmek! 

Özleme bir diyeceğim yok. O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası.
O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı. O tek güzel yönü bekleyişlerimizin. İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı, yaşantımız özlemlerle güzel. 

Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. Bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem. Bir ışığı var. bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz.
Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; seni özlediğim içindir. Beklemenin korkunç
zehiri öldürmüyorsa beni;  seni özlediğim içindir. Yaşıyorsam; içimde umut varsa,
yine seni özlediğim içindir.

Seni bunca özlemesem; bunca sevmezdim ki!

Ümit Yaşar OĞUZCAN

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Bugün Shakespeare'ın Olsun ...

 İyi ol fakat çok iyi olma.
 Birazcık huysuz ol fakat çok değil.

İçinden geliyorsa dua et. 
Eğer sana rahatlık veriyorsa arada bir küfür de et. 

Etrafındakilere mümkün olduğunca dostça davran, müşfik ol. 
Eğer bir gün kötü davranmanı gerektirecek bir durum karşısında kalırsan;
bağır, çağır, kır, dök ve unut! 

Her zaman ve her yerde eline geçen bütün saadeti yakala, 
en ufak bir parçanın bile kaçmasına izin verme. 

Yaşa,
 her şeyden önce yaşa 
ve sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş olduğun için, laf olsun diye günlerini geçirme. 

Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan; 
bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev! 

Hayatını o şekilde yaşa ki; 
her an kendi elini sıkabilesin 
ve her gün faydalı olan, hiç olmazsa bir şey yap ki; 
gecelerin yaklaşırken örtüleri üzerine çekip kendi kendine 
"ben elimden geleni yaptım" diyebilesin.

 Düşüncelerin neyse hayatın da odur. 
Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir. 




William SHAKESPEARE

20 Ağustos 2013 Salı

Fotoğrafçılığa İlk Adım ...

Kadın, erkek, genç yaşlı, evde, gezide ... Fotoğraf çekilmeyi, en mutlu anlarını ölümsüzleştirmeyi sevmeyen yoktur herhalde ! Rahmetli babaannem bile fotoğraf çekilmeye bayılırdı, anılarda güzel yüzünün daha iyi görünmesi için gözlüklerini çıkarmayı dahi ihmal etmezdi :)

Benim için de fotoğraf çekilmek, güzel manzaralar eşliğinde poz vermek, gezdiğim farklı mekanlara ait hatıraları fotoğraf karelerinde saklamak bir tutku ... Gerçi ben fotoğraf çekmeyi de pek seviyorum ancak bu konuda pek başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim maalesef.
Hal böyle olunca bloguma koyabileceğim güzellikte fotoğraf bulmakta çok zorlanıyorum :)) Aslında eşim tarıfından bana hediye edilen süper bir makinem de var ama iyi fotoğraf makinesi maalesef iyi fotoğraf çekebilmek için yeterli olmuyor ... Bu bir sanat... Ve sanatsal yeteneğin olmadığı yerlerde biraz çabalamak gerekiyor...

İşte ben de güzel fotoğraflar çekebilmek en azından makinemin hakkını verebilmek için fotoğraf işine yeni bir başlangıç yapmaya karar verdim... Açıkçası bunun için bir kursa gidecek vaktim yok. Bu nedenle sağlam bir temel atabileceğim, bu işi iyi öğrenebileceğim kitaplar aradım. Hatta kitapçıda benimle aynı rafları karıştıran bir profesyonele danışmayı ihmal etmedim :))

Kendisi, benim de internette sıkça rastladığım bestseller ve birçok ödül kazanmış bir kitabı önerdi bana : Scott Kelby'nin Dijital Fotoğrafçının El Kitabı isimli kitabı. Bu kitap bir seri aslında, toplam dört ciltten oluşuyor. Kendisi de bu serinin ilk iki cildini okumuş. Ancak ben kitabın sayfalarını incelediğimde teknik anlamda tatmin edici bulmadım. Sadece anı kurtarmak için verilmiş pratik öneriler veriyor. Fotoğraf çekmeyi pratik yoldan öğrenmek isteyenler için ideal bir kitap. Oysa ben bu işin tekniğini öğrenmek istiyordum !



Ve tam pes etmek üzereydim ki aradığım kitabı buldum. Prof.Dr. Özer KANBUROĞLU'nun Fotoğrafın Temel Prensipleri isimli kitabı... Bu kitap fotoğraf konusunda profesyonel olmayan kişilerin anlayabileceği sadelikte hazırlanmış dolu dolu bir kitap. Bir fotoğraf makinesi seçiminden tutun da ufuk çizgisinin yerini belirlenmesine kadar değinilmiş ... Üstelik bu kitap örneklerini sadece bir fotoğraf makinesinin özelliklerine göre anlatmamış. Anlattığı bilgileri tüm makinelere göre yorumlamış ... Geniş bir kitleye hitap ediyor... Özellikle benim gibi fotoğrafa yeni başlayanların sağlam bir temel oluşturabilmek için edinmesi gereken bir kitap.



Prof.Dr. Özer KANBUROĞLU'nun fotoğrafçılık ile ilgili birçok kitabı bulunuyor. Merak edenler için Prof. Dr. Özer KANBUROĞLU ve kitapları ...


Kitabı okumaya yeni başladım... Öğrendiklerimi ve uyguladıklarımı en kısa zamanda bu blogdan paylaşacağım ... Fotoğraf konusunda ne kadar ileri gidebileceğim bakalım! Bu blogdaki fotoğraflar gösterecek :)))

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Julie & Julia :Bon Appetit ...


Bu bloga yazmaya başladığım andaki duygularımı Hoşçakal Karınca...Merhaba Ağustos Böceği... isimli yazımda paylaşmıştım... Bu maceraya, günlük hayatın stresinden uzaklaşmak, bazen içimi dökmek, bazen dertleşmek, bazen de öğrendiklerimi paylaşmak için giriştim :)))

Julie & Julia isimli filmi izleyince anladım ki yalnız değilim ;))



Açıkçası bu filmi önceden duymamıştım ... Ta ki bir arkadaşıma blog yazmaya başladığımı anlatana dek... Bu film önerisi için kendisine ayrıca teşekkürlerimi sunarım ... Yaşadıklarımı önceden yaşayan birilerinin olması hatta bunun bir filme konu olması fikri ilginç geldi ;))

Julie & Julia bloggerları özellikle de ilgi alanı yemek olanları yakından ilgilendiren bir film. Aslında kitaba konu olan Julie Powell tarafından yazılan aynı isimde bir kitabın da olduğunu öğrendim. Ancak yaptığım araştırmalarla filmin kitaptan daha detaylı ve başarılı olduğu izlenimi kazandım ve açıkçası izlemek için de sabırsızlandığımdan dolayı filmi izlemeyi tercih edip kuruldum televizyonun başına ;)))

Julie & Julia konusunu gerçek yaşamdaki iki kadının hayat öykülerinden alıyor: Julia Child (Meryl Streep) ve Julie Powell (Amy Adams)... Julie ve Julia farklı zamanlara ait iki kadın... Her ne kadar bu iki bayanın yemek yapma tutkusunu konu alıyor gibi görünse de aslında bu film, bu iki kadının hedeflerine ulaşmalarında gösterdikleri kararlılıkları, verdikleri mücadeleleri işliyor.

Julia Child, diplomat eşi ile birlikte gittiği Paris'te bir çok etkinlikte bulunur ancak kendisini yemek yapmaktan daha çok mutlu hissettiği bir uğraş bulamaz. Julia günümüzde de önemli bir aşçılık okulu olan Cordon Blue'da zorlu bir eğitime başlar. Sonrasında ise kendisini bir yemek kitabı macerasının içinde bulur... Mastering the Art of French Cooking ... İyi ki de bulmuştur ...

Çünkü onun yazdıkları, yaşamı en az bir kişinin hayatını değiştirmiştir ki bu kişi Julie Powell'dır !




Julie Powell ise işinde mutsuz, o güne dek amaçlarına ulaşamamış, başladığı hiçbir işin sonucunu görememiş bir kadındır. Ve nihayet severek yapabileceği bir amaç belirler kendisine: Çocukluğundan beri hayranlıkla izlediği Julia Child'ın Mastering the Art of French Cooking isimli kitabında yayınlanmış 524 yemek tarifini 365 gün içerisinde tamamlamak. Ve 364 gün boyunca yaşadıklarını bir web günlüğünde kaleme alır :)))



Julie ve Julia nın ortak noktaları sadece yemek tutkuları değil, hedefledikleri yolda verdikleri bitmez tükenmez mücadeledir ... Aynı zaman da her ikisini de bu mücadelelerinde yalnız bırakmayan fedakar birer eşe sahip olmaları :)) Bence bu da başarılarında şüphesiz önemli bir rol oynuyor :)))

Her ne kadar yemek tutkuları, kararlılıkları birbirine benzese de bence iki karakter birbirinden oldukça farklı ... Benim bu filmdeki favorim Julia Child :))

Julia Child, 2004 yılında tam 92 yaşında vefat etmiş. Bence bu uzun ömrünü, bitmek tükenmek bilmeyen heyecanına, pozitif yaşam tarzına, azmine ve kararlılığına borçlu olsa gerek...

Bu arada Julia Child karakterini canlandıran Meryl Streep'in oyunculuğunu tebrik etmeden geçmek haksızlık olacaktır. Kahkahalar, mimikler ... Ayrıca oynadığı karaktere benzerliği de cabası :)) Aşağıda görmüş olduğumuz güzel bayan ise Julia Child'ın ta kendisi !!!



Ve Julia Child'ın ölümünden sonra ABD Ulusal Tarih Müzesi'ne bağışlanan mutfağından bir kare ...




Julie Powell ise bu bir yıllık mücadelesi sonunda yaşadıklarını Julie ve Julia isimli kitabında yayınlamış ...  Julie Powell'ın Julie and Julia projesini merak edenler için işte Julie/Julia Project Blog :)))



Yemek yapma konusunda ne Julia Child ne de Julie Powell kadar iddialı olabileceğimi sanmıyorum;)) Ama bu iki inatçı bayanı örnek alacağım ... Aklıma koyduğum yapacağım, blogumu elimden geldiğince yaşatacağım :))) Bu filmi, blog yazmayı, yemek yapmayı ya da her ikisini de sevenlere öneriyorum :)))

Herkese Bon Appetit !!!

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Biraz da Ruhumuzu Besleyelim...

Öğrencilik yıllarımdan beri vazgeçilmezimdir müzik. Tüm duygularımızın yansımasıdır, tüm zıtlıkları barındırır içerisinde ... Yalnızlık, kalabalık, heyecan, hüzün, mutluluk, acı, keyif, öfke ve sakinlik ...

Bugün sizlerle yakın zamanda tanışmış olduğum ve keyifle dinlediğim bir radyo kanalını paylaşmak istiyorum... Aslında kanal 2009 yılında yayın hayatına başlamış... Ben tanışamamışım maalesef :(


Sloganları Dünya'nın müziğine yolculuk olan bu radyoda Ambient, New Age, Avant Classical, Pop Classic, Gregorian Pop, Down Tempo, World Music, Ethnic Jazz ve Soundtrack gibi müzik türlerinde yayın yapılıyor.

Ben özellikle kendimi dinlemek ya da bir konuda odaklanmak istediğimde bu radyoda yayınlanan müzikler bana ilham verir. Ayrıca kendinizle başbaşa kalmak, kendinizi dinlemek istediğinizde bu radyo iyi bir yoldaş olacaktır size. Stresten ve yorgunluktan uzaklaşmak, huzurlu bir uykuya dalmak içinse bu radyodan daha iyi bir ilaç olacağını sanmıyorum ...

Ben sadece müziklere değil, internet sitelerinde arka plan olarak kullanılan görüntülere de hayranıyım... Sadece dünyanın müziğine değil aynı zamanda dünyaya da kısa yolculuklar yapıyorsunuz ... Fotoğraf meraklılarına duyurulur !

Radyo Voyage İstanbul'da 107.4 frekansında  yayın yapıyor aynı zamanda uydu, internet gibi yollarla da dinlemeniz mümkün...Daha da fazlası var :)) Akıllı telefonlara yönelik hazırlanmış uygulamaları da bulunuyor bu radyonun...

Her ne kadar kendi sloganları "Dünyanın müziğine yolculuk" olsa da bu radyo için benim sloganım "Kendimize yolculuk.".

Siz de kendinize doğru yapacağınız yolculuklarda bu radyoyu yanınızdan eksik edemeyeceksiniz !!!






13 Ağustos 2013 Salı

Kütahya Gezi Notları-I

3 günlük bir bayram tatilini geride bıraktık geçtiğimiz günlerde...  Memleketleri farklı eşler için biraz zor geçer bayramlar ... Hele aileler çok uzak şehirlerdeyseler bir taraf için buruk geçer :)) Bu  bayramı ailesinden uzakta geçiren ben oldum ... Bayramı eşimin ailesinin yanında Kütahya'da geçirdik.

Ben çok tanımazdım Kütahya'yı evlenmeden önce, hatta gidip görme fırsatım da olmamıştı. Şimdilerde ise kısa kısa gezilerle şehri tanımaya çalışıyoruz ...

Öncelikle kent merkezine yolu düşenler için, Kütahya'nın olmazsa olmazı şehrin meydanında yer alan Çini Vazo'dur. Şehre her gelenin burada bir fotoğrafı olurmuş :)) Ben de çekmeden edemedim...



Yine her şehrin olmazsa olmazı, şehir kalesi ...
Şehri kuşbakışı olarak izlemek isteyenler için Kütahya Kalesi doğru adrestir ...


Hisar tepesinde bir de Döner Gazino bulunuyor. Yaklaşık 45 dakika içerisinde yani siz yemeğinizi tamamlayana kadar kendi etrafında bir tur tamamlıyor. Baştan sona şehir manzarasının keyfini çıkarmak için ziyaret edebileceğiniz bir mekan...

Kütahya caddelerinde çokça şu soruya rastlarsınız. Ben de size sorayım. "Evliya Çelebi'nin Kütahyalı olduğunu biliyor musunuz?"

Evet ... Seyehatname isimli eserin sahibi Evliya Çelebi Kütahyalı'dır. Hatta Kütahya'da Evliya Çelebi Müzesi'ni ve Evliya Çelebi'nin dedesi Kara Ahmet Bey'in kabrini de gezmeniz de mümkün...


Bunlar şehir merkezine yolu düşenlerin uğrayabilecekleri adresler... Yukarıda saydığım yerlerin birbirine çok uzak mesafede olmadığını söylemekte de fayda var. Kısa bir süre içerisinde hepsini gezebilirsiniz. Kütahya'da görebileceğiniz daha birçok yer var ... Ulu Cami, Çinili Cami, Kurşunlu Cami, Çini Müzesi, Macar Evi, Germiyan Sokağı ... Şehir merkezi dışında ise Dumlupınar Şehitliği, Hayme Ana, Frig Vadisi ziyaret edebileceğiniz yerler...  Hatta Eylül ayı yaklaşmışken hatırlatalım, Eylül ayının ilk pazarı Domaniç ilçesinde Hayme Ana'yı Anma etkinlikleri yapılırmış. Hayme Ana kim derseniz, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu Osman Gazi'nin babaannesi, Ertuğrul Gazi'nin annesidir.

Bu saydığım yerlerin bir kısmını ziyaret edemedim henüz, bir kısmına ait ise buraya koyabileceğim güzellikte fotoğraflar bulamadım... Eh o zamanlar blog fikri yoktu aklımda  :) Tekrar gezdiğimde sizin için bol bol fotoğraf çekeceğim :)

Merkezden ayrılmadan önce mutlaka çini sanatının güzellikleri arasında boğulmanızı öneriyorum...

Kütahya'nın ilçeleri de şehir merkezi kadar gelişmiştir, birer küçük Kütahya'dır her biri ... İlçeler özellikle termal turizm açısından gelişmiştir, birçok faydalı kaplıcaya sahiptir. Simav Eynal, Gediz, Emet, Tavşanlı, Yoncalı, Ilıca Harlek gibi merkezlerde şifalı kaynak suları ile termal turizme ev sahipliği yapmaktadır...

Balıkesir, Bursa, Afyon, Uşak, Eskişehir, Bilecik, Manisa şehrin komşuları... Neden tatil rotanızı yeniden gözden geçirip bu güzel şehrin güzellikleriyle ve şifalı suları ile tanışmayı denemiyorsunuz :)))

Sakın bu şehrin güzellikleri burada bitti sanmayın...
Yeni yazılarım yolda :)))

Sakın Kütahyalılar eksik anlatmış diye kızmasınlar !!!
Ben henüz görüp öğrenebildiklerimi yazdım :)))
Desteklerinizle zenginleşecektir bu yazılar...

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Kardeşimin Hikayesi


Yine kesintisiz okuyacağınız bir Zülfü Livaneli klasiği...
Ahmet ile Mehmet'in hikayesi!





Her ne kadar ilk bakışta arka kapağındaki "Aşk bir uçurumun kıyısında gözü bağlı yürümektir..." cümlesi ile bir aşk romanı izlenimi yaratsa da aslında zekice kurgulanmış çok boyutlu bir roman ... Aşk, cinayet ve biraz da psikoloji...

Okumaya başlandığında bir cinayetin, sayfalar ilerledikçe ise bambaşka bir öykünün ve beklenmedik bir sonun içerisinde buluyorsunuz kendinizi ...

Kardeşimin Hikayesi'nde yazarın önceki kitaplarından farklı bir anlatım ve daha yalın bir kurgu ile karşılaşıyorsunuz... Tüm düğümler kitabın son bölümünde çözülüyor ... Ve gerçekten beklenmedik bir son ile karşılaşıyorsunuz !

Ben 2 günde bitirebildim. Ancak 1 günde okuyabileceğiniz sadelikte, akıcı anlatımı ve sürpriz sonu ile okuyucusunu etkileyen bir kitap... Yazın son günlerini değerlendirmek için iyi bir seçim olacaktır...

Kitabın içersinden, onu özetleyen ve akıllardan silinmeyen bir cümle ile sonlandırıyorum yazımı!
"Duygular olmasaydı hayat ne kadar kolay olurdu ..."






8 Ağustos 2013 Perşembe

Mutlu Bayramlar...

Sağlık, huzur, mutluluk ve bereket dolu bir bayram geçirmeniz dileğiyle...

Bayramınız Kutlu Olsun....

6 Ağustos 2013 Salı

Hazırlıklar Başlasın !!!

Her ne kadar "Nerede o eski bayramlar !" demek için yaşım biraz genç sayılsa da çok değil benim çocukluğumda bile bir farklıydı bayramlar...

Yaşanan her şey bir anlam taşırdı, bayram bir heyecan yaratırdı yüreklerde.

Günler öncesinden başlardı bayram temizlikleri,
Çikolatalar misafirlerimiz için özenle yerleştirilirdi şekerliklere ...
Bu arada kaçamak çikolatalar da tabi ki midelerimizdeki yerlerini alırlardı ;))
En keyiflisi de bayramlık kıyafetler ve harçlıklarımızdı...
Ablam ile aramızda yas farkı az olduğundan her bayram bir örnek kıyafetler giyerek ikizler gibi dolaşırdık..

Sevgili anneciğimin bayram sabahı için arife günüden başlattığı hummalı hazırlıklar, bayram sabahına kadar sürerdi...
Göçmen bir ailenin kızıyım ben
Geleneklerimizi bilenler anlar beni
Bayram yemekleri bir başka olur bizlerin evlerinde
Özellikle kahvaltılarımız alışılagelmiş kahvaltıların ötesindedir...

Ne mutlu bana ki şimdi gülümseyerek hatırlayabildiğim anılar biriktirebilmişim ...

Tabii herkes için başka bir anlam taşır bayramlar...
Büyükler için çoğu zaman maaile bir arada olmaktır,
Belki uzaklardaki çocuklarının, torunlarının kokusunu bir kez daha duyabilmek, torunlarının neşeli cıvıltılarının eşliğinde çocuklarının en sevdiği yemekleri, tatlıları onlara bir kez daha kendi elleriyle yapıp tattırabilmektir...

Çocuklar için ise bayram sürprizler demektir ...
Bayramı bayram yapan belki giymek için heyecanla beklenen bayramlıktır bir çocuk için, belki komşu evlerden  "İyi Bayramlar" tebriği  ile toplanan rengarenk şekerler, belki de toplandığında nasıl harcanacağı günler öncesinden kararlaştırılmış bayram harçlıklarıdır ...

Belki yıllarca konuşmayan iki küskünün barışması, belki de büyük büyük büyük dedenizin mezarı başında okuduğunuz bir dua... Belki de bunların çok çok ötesinde hissettirdikleri vardır her birimiz için...

Bu geleneklerin birçoğu günümüzde de sürdürülüyor elbet.
Gel gelelim o günlerdeki maneviyatı ne ölçüde yaşayabiliyor ya da çocuklarımıza ne ölçüde yaşatabiliyoruz bilinmez. Her zaman hayıflandığımız "Ahh!! Nerede o eski bayramlar !" klişesini yıkmak, şikayet ettiğimiz bu düzeni bir nebze olsun değiştirmek, yitirmeye başladığımız kültürlerimizi, geleneklerimizi çocuklarımıza yaşatmak, aşılamak aslında bizlerin elinde.

Burası ağustos böceğinin güncesi...
Gelin içimizdeki karıncalardan sıyrılalım, ağustos böceğinin kimliğine bürünelim...
Bu bayram biraz eğlenelim... Ama öyle tatil köylerinde alışveriş merkezlerinde falan değil !
Bu bayram biraz da başkalarını mutlu ederek mutlu olalım ...
Nasıl mı? Aslında o kadar da zor değil !
Belki ailenizle bir bayram yemeği yiyerek, belki sizden bir selam bekleyen bir yakınınızı arayarak, belki bir çocukluk arkadaşınızı hatırlayarak, belki de gözleri ışıl ışıl parıldayan çocuklara küçük de olsa bir hediye vererek...

Sevdiklerinden uzakta olanlar !!!
Tıpkı sizin gibi bayramı yalnız geçirmek zorunda kalanları bir hatırlayın !!! İnanın çok uzakta değiller...

Ne duruyoruz ki bayrama çok az kaldı...
Haydi, hazırlıklar başlasın !!!

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Hoşçakal Karınca...Merhaba Ağustos Böceği...

Çalışkan karınca ve aklı beş karış havada ağustos böceği...Kendilerinin öyküsünü bilmeyen yoktur aslında ... Ağustos böceğinin hazin sonu hepimiz için birer ders olmuştur çocukluğumuzda... Öyle unutulmaz bir ders ki çoğumuz kendimizi hayat mücadelesi için bitmek tükenmek bilmeyen bir çalışma temposu içerisinde bulmuşuzdur.

Bu blog içimdeki karıncadan uzaklaşmak, ağustos  böceğine yakınlaşmak için hazırladığım bir paylaşım alanı ...
Umarım ağustos böceğinin ömrü kadar kısa sürmez yolculuğumuz...

Karınca olmaktan yorulanlar !!!
İçinizdeki ağustos böceğine biraz zaman ayırma vakti gelmedi mi ?

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...